Lacivertler içinde, laptoplu danışmanımız toplantı odamıza zuhur etti. Açıkçası onunla ilk toplantımız çok etkileticiydi. Hemen hemen her cümleye “globalde” diyerek başlıyor, bizi siyah tarlalarla kaplı köyümüzden alıp Amerika’da Silikon Vadisi’nin ortasında bırakıyordu. Sıklıkla benchmarklar yapıyor, sector datalarını compare ediyordu. Kendine has üslubu ve diliyle bizi kendine aşık ediyordu.
Onu ilk gördüğümde mutlu insanlarınki gibi yumuşak bir yüze ve parlayan gözlere sahipti. Elinde çantasıyla bizim şirketin koridorlarında ilk görülmeye başlandığında dalgalı saçları uzun ve hareketliydi. “Babyface” denebilecek kadar güzel bir yüze sahipti. Bizim de tam aradığımız insandı bu haliyle kendisi.
Kimse bu babyfacein bu kadar can yakıcı işler yapabileceğini tahmin edemezdi. O bizim eline silah tutuşturacağımız, on beş yaşından gün almamış, cezai ehliyetsizimdi. Aslında her şey onu ilk gördüğümüz günden birkaç birkaç yıl önce başlamıştı. Şirket iyiye gitmiyordu, sektörde pazar payı kaybediyordu. Biz büyük bir şirketin üçüncü kuşağını yaşıyorduk. Çoğu zaman böyle değil midir zaten? Dedeler kurar torunlar batırır.
Şirketin aileden olmayan, başta İnsan Kaynakları olmak üzere profesyonel yöneticileri işte bundan birkaç yıl önce kanamayı durdurmak için çare arar olmuşlardı. Toplantılar toplantılar, konuşmalar konuşmalar derken iki ay önce acı bir reçete ortaya çıkmıştı. Aslında daha başında herkes bu acı reçeteyi tahmin ediyordu ama şirkette kimse tek başına böyle reçetelerin sorumluluğunu almaz bilirsiniz. “Bu radikal kararlar Ali’nin Ayşe’nin fikriydi” şeklinde söylentiler bile Ali ile Ayşe’yi bitirmeye yeter.
İşte iki ay önce, böyle ortasına bomba düşmüş bir toplantı masasının etrafındaydık. Ekranda acı reçete açıktı. Neler yoktu ki maddeleri arasında; organizasyonun revizesi, personel sayısında ciddi azaltmalar, bir iki grup şirketini gözden çıkarma, tedbirler, satışlar, maliyet azaltmalar…
Masanın etrafındaki herkes çözümde mutabık gibiydi. Akıllardaki tek soruysa şuydu:
-Bunlar kim yapacak?
İşte o anda İnsan Kaynakları tepe yöneticisi sözü aldı ve:
-Bize bir danışman firma lazım, dedi.
Fikir beraberinde insanların üzerinden sorumluluğu aldığı için, daha ilk cümleyle odaya bir ferahlama gelmişti. İnsan Kaynakları
yöneticisi devamında;
– Hem şirket dışından farklı bir göz danışman deneyimiyle bize yol gösterici olabilir.
İnsan Kaynakları yöneticimiz haklıydı. Ama bu cümleleri vicdanları rahatlatmak için söylendiğini tahmin edebiliyorduk. Bize maktulün yanında duracak birisi lazımdı, onu da bulmuştuk.Fikir kabul gördü ve hızla aramalara başladık. Çok sürmedi lacivertler içinde, laptoplu danışmanımız toplantı odamıza zuhur etti. Açıkçası onunla ilk toplantımız çok etkileyiciydi. İki kelimesinden biri İngilizceydi ve diğer şirketlerden örnekler verdikçe ağzımız açık kalıyordu. Hemen hemen her cümleye “globalde” diyerek başlıyordu, bizi siyah tarlarla kaplı köyümüzden alıp Amerika’da silikon vadisinin ortasında bırakıyordu. Sıklıkla benchmarkalar yapıyor, sector datalarını compare ediyordu. Kendini has üslubu ve diliyle bizi kendine aşık ediyordu.
Sanki o devasa gemisiyle koca bir kıtayı tek başına keşfetmişti de, şimdi sahilde bekleyen biz zavallıları da aynı gemiyle oraya götürecekti. Konuşmasının sonunda bizi en çok vuran şeyse tüm bu rakamlar, genel geçer şöyler sonunda bize özgü bir çözüm üreteceğini söylemesi oldu. Açıkçası buna sevinmiştik de, çünkü bizim nur topu gibi bize özgü bir çözümümüz vardı zaten. İş bu topu, patlatmak üzere onun kuracağı bırakmaya kalıyordu. Danışmanımız babyface biz sahilde gemiye binmeyi bekleyen zavallılardık. Ama her iş dünyası hikayesinde olduğu gibi kimse masul değildi.
Değişim prrojesi başlıyordu…
Devam edecek…
Mehmet Erkan / Kariyer.net